2022/02/27

Bir Ormanı Yeniden Yeşertme Çabası

 

Yaz her zamankinden sıcaktı. Bunun temel nedenlerinden biri de orman yangınlarıydı. Korona devam ediyor ikinci doz aşılardan söz ediliyordu. Bu hengamenin ortasında felsefe olmasa nasıl korurdum akıl sağlımı, bilmiyorum. Bütün bunlara rağmen isteklerimin peşinden koşarcasına gitme cesaretini buluyordum kendimde. Kendimden başka değiştirebileceğim bir şey yoktu çünkü-son kaldığımız yerin bağlantısı burada-


     Henüz annemler ve ailemizin kalan üyeleri Adana’ya akın etmeden önce bir Kapadokya turu esnasında müzikalden bir arkadaşım aracılığıyla Glee dizisinin Türkiye versiyonunun çekileceği bilgisini aldım. Glee’den haberim bile yoktu. Türkiye’de bir müzikal dizisi çekilecekti önemli olan buydu. Kaç yılda bir böyle bir şey olur ki, düşüncesiyle bir iki bölüm izledikten sonra kesinlikle başvurmaya karar verdim. Şimdi artık günlük rutinime bir de Glee izlemek eklenmişti. Bir lisede geçiyordu dizi. Lisenin öğrencilerinin Müzikal Kulübü aracılığıyla nasıl daha iyiye dönüştüklerini konu alan hoş bir diziydi. Türkiye versiyonunun nasıl olacağı konusunda ise feci halde merak içerisindeydim. Çünkü dizide hem birçok farklı milletten hem de gey, biseksüel ve lezbiyen olan karakterler vardı. Felsefe Tarihi okumalarım sevgili Ahmet Arslan’ın sade mi sade, akıcı mı akıcı anlatımıyla keyifle devam ediyordu. Ne de olsa yüksek lisans başvuruları büyük olasılıkla Eylül’e ertelenmişti. Çünkü Mayıs sonunda olması gereken duyurular yapılmamıştı. Glee’ye başvurumun alındığı ve seçmeler için Ankara’ya gitmem gerektiği bilgisini aldığım gün, Mimar Sinan Üniversitesi’nin Yüksek Lisans için duyuru yaptığı, yazılı sınav ve sözlü mülakat tarihlerinin seçmelerle neredeyse aynı günlere denk geldiği haberini aldım:


     Tam o an okumalarımı tamamlamış balkonda biramı yudumlarken bir yandan da gitar çalmaya çalışıyordum. Müzikal okumak için çektiğim kredilerin ödemesini bitirmiştim. Yeryüzündeki hayatımda, İstanbul gibi büyük bir şehirde, ailemden uzakta yaşamaya çalışırken çocukluk hayalimi gerçekleştirmek adına çektiğim bu kredinin tutarı benim için feci bir miktardı. Ödemeye çalıştığım süreçte dünyada ve iş hayatında yaşanılan ekonomik problemlerde cabasıydı. Ama işte bir şekilde bunun da sonu gelmişti. Bu benim için büyük bir zaferdi.  Şimdi ise yüksek lisans okumak için gerekli adımları atıyordum. Aslında şu korona olmasa müzikal tam o zaman-2021 yazında- bitmiş olacaktı. Böylece salt yüksek lisansa odaklanabilecektim. Ama korona olmasa bir sürü şey daha farklı olacaktı. Benim fil dişinden bir kulem yoktu. Hayatın tam içinden yaşamaya devam ediyordum. Hem belki yaşlandığımda bir kulem olurdu. Ama o zamana kadar felsefe yapmayayım mı? Olmaz öyle saçma şey-bu İlker Canikligil'in açtığı bir youtube kanalının ismi. Adeta günlerime renk katıyorlar. Sohbet esnasında salınan oksitosin miktarımı bu kanalı izleyerek arttırıyorum sağ olsunlar ☺ -Her neyse sonuç itibariyle bu sefer bu işe başlamalıydım. Korona da çıksa, evimi de kapatsam, işten de çıksam, ormanlar da yansa…Duramazdım! Bir kere fırlatılmıştım bu dünyaya neyi bekleyecektim ki?

      Bugünlerde yeniden ilkokul ve liseden kalma arkadaşlarımla görüşmeye başlamıştım. 2013'ten beri doğduğum şehirden uzaktaydım. Arkadaşlarımdan da.. Dolayısıyla onlarla yeniden bir araya gelmek harika bir duyguydu. Fulya benim ilkokul birinci sınıftaki ilk arkadaşım. Annem beni okula bırakıp gittiğinde geri gelip alacağını söylemişti. Okul evimize yürüme mesafesiyle 15-20 dakikalık uzaklıktaydı. Ama okulda teneffüslerin olduğunu ve sonrasında derse yine devam edeceğimizi söylememişti-ya da ben heyecandan hatırlamıyorum-. İlk ders etrafımız ağlayan çocuklarla doluydu. Kimisi ailesiyle derse katıldı. İlk teneffüs bütün bu olup bitenlere benimle birlikte şaşkınlıkla bakakalan Burak’la okulun etrafını keşfe daldık. Epey büyük, koca koca ağaçları olan bir okuldu. Sonra biz sohbet ede ede oynaya oynaya 3. ders saatine geldik sanırım. Annem gelip bizi buldu ve sınıfa götürdü 😂 Sonra Burak okuldan ayrıldı 😕 Vee ben Fulya’yla arkadaş oldum. Ders aralarında henüz koreografinin ne demek olduğunu bilmeden koreografi hazırlayıp son derste tüm sınıfın karşısında hocamızın desteği ve yönlendirmesiyle gösteri yapıyorduk. Bize "beyaz kelebekler" diyorlardı 🧚‍♀️🧚‍♀️. Grubumuzun adı buydu.. O yaz Adana’da yıllar sonra görüştüğüm arkadaşlarımdan biri de Fulya’ydı. O gün yaşımız 6 oldu, 7 oldu 8,9,10,11 derken geldik 20lere..Varlık, zamandı. Biz de zamanla süzgecimizde kalanları paylaştıkça paylaştık. Göl kenarında-kapak fotoğrafı da tam o gün çekilmişti :





         Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne başvurumu yapmıştım. İstanbul'daki evimi kapattığım için yüksek lisans sınavının olduğu günlerde ya ablama gidecektim ya da Gülibik’e- Gülben üniversite 1. Sınıftan, Samsun’dan arkadaşım. İlk yılın sonunda ben İstanbul’a yatay geçiş yapınca o da 2. Sınıfın sonunda geçiş yaptı. Ve yeniden 3. yılımızda Mimar Sinan Üniversitesi'nde aynı sınıfta okumaya başladık-..O süreç epey kritik bir süreçti benim için. O hafta önce Ankara’ya seçmelere gidecektim. Ardından İstanbul’a geçip yüksek lisans için sınava girecektim. Son derece heyecanlıydım. O dönem sık sık görüştüğüm lise tiyatro kulübünden arkadaşım Şadi’yle tüm bu olup bitenleri paylaştım. Hatta Glee’nin seçmelerine onunda başvurması için uğraştım. Kendisi insanlara dair analizleriyle son derece iyi bir oyuncu olabilirdi kanımca. Gelgelelim pek yanaşmadı; ama benimle Ankara’ya gelmek istedi. Bütün bunları konuştuğumuz bir Adana yazından ve yine göl kenarından:



        Annem geleli bir hafta olmuştu. Bir yandan okumalarıma devam ediyor bir yandan da seçmeler için şarkı, tirat seçmeye çalışıyor ve dans için pratik yapıyordum. Annem balkondan geçerken odanın içinde kah gitar çalan, kah sesli Platon, Aristoteles okuyan, kah online şan derslerinde aldığım kayıtlar aracılığıyla canım Lynn Hocam yanımdaymışçasına sesini açmaya çalışan, kah zıplaya zıplaya dans eden, kah spor yapan bana, kafayı sıyırmışımcasına bakışlar atıyordu. Bazen de komşularımızla balkonda çay sefası yaparken gizli gizli beni dikizliyorlardı 🙈😅 Yani bir insan neden dünyanın çivisinin çıktığı bir dönemde bu denli yorardı ki kendini? Deli falan olmalıydım. Ama hoşlarına da gidiyordu. Biliyorum. Mesela karşı komşumuz Fatoş abla evine aldığı halının ya da duvarları için seçeceği boyanın benim tarafımdan beğenildiğini duyunca çok mutlu oluyordu. Yan binadaki x kişi beğenmemişmiş. Ama benim beğenmem Fatoş ablanın beğenisinin tutarlı olduğunun bir kanıtı oluveriyordu. Öte yandan şu an ne yapıyordum ben? Evli değildim, mesleğimi icra etmiyordum, bir de hala yüksek lisans falan okumaya çalışıyordum. Tam olarak ne’ydim yani? Tam olarak böyle bir soruyla geldi bir gün bana Mersin’deki ablam 🤦‍♀️ Birlikte göl kenarına pikniğe gittiğimiz bir günün sonunda instagram hesabıına attığı hikayesine gelen, eşinin akrabasının sorduğu, “Aa Yıldız senin başka kardeşin var mıydı? Ne yapıyor peki? Bekar mı?” sorusu üzerine “Roz sen şimdi ne yapıyorsun?” dedi 😱 Annemin, amcasının oğlunun eşi, Fadime Yengeye bile-ki kendisi karşılaştığı neredeyse herkese epistemolojinin mühim ne’lik sorusunu sorar- nasıllığımı anlatabilmiştim de neredeyse ayda iki üç defa uzun uzun sohbetlere daldığımız ablama anlatamamışım-bunu aynen kendisine de aktardım-. Ne sinirlenmiştim o gün 🥶. Dolayısıyla kimseye ne Glee’den ne de yüksekten çok bahsetmemeye çalışıyordum. Dünya kepenklerini indirmiş korona denen bir virüs gündelik yaşamımızı dönüşüme uğratmış ekonomik kriz gitgide büyüyor ormanlar yanıyorken kalkıp kimseden ne müzikali ne felsefeyi ne de nasıllığımı anlamalarını umamazdım. Ama biraz da gelişebilmeliydik. Dolayısıyla konuşmadan önce düşünmekte fayda vardı.

     O gün geldi çattı. Aşılarımı oldum ve yola çıktım. Ankara’da teyzem vardı. Ben tam yola çıkmadan önce Glee’den aradılar. Teknik bir problemden dolayı seçme günü bir gün sonraya ertelenmiş. Ablam, annem, alt kat komşumuz Nefise abla ve oğlu düştük yola. Tam yola çıkmadan önce İstanbul’daki ablam aradı. Ben yüksek lisans olayını kimseye söylemek istemediğimi, Mine ablama söylemiştim. Bunu bile bile o an Leyla ablama “biz de Roz’u yolcu edeceğiz” dedi. Yaklaşık 1 saat tartıştım onunla. Kim olursa olsun kimse ama kimse artık bana “Ne yapacaksın? Ne oldun? Ne olacaksın? Sonuç ne oldu? Ne olacak?” gibi gibi hiç ama hiçbir şey sorsun istemiyordum. Benim de hassas olduğum noktalar vardı. Ben de bir insandım ve ben de kırılgan olabiliyordum. Dolayısıyla o dönem önlemimi, hayatımdaki insanları sevmeye devam etmek adına, hassas olduğum süreçlerde, gerekmedikçe, çok konuşmamaya çalışarak alıyordum. Ama sağ olsun Minnoş buna izin vermedi. Sonunda kendi de üzgün hissetse de bunun için ben de üzülmüş olsam da patlamıştım. Düşünsenize çok kalabalık bir aileniz var. Beş kardeşiniz bulunduğunuz ülkenin dört bir yanından sizinle her karşılaşmalarında bu soruları soruyor. O an tam 2000'li yıllarda gösterime giren "Tavuklar Firarda" adlı çizgi filmdeki firar etmeye karar veren tavuklar gibi hissediyorum kendimi. Temsili:




       Dolayısıyla pıtırcık ailem beni bıraktıktan sonra otobüste oturup bir güzel ağladım.. Ertesi sabah teyzem beni balkonda bekliyordu:


       

           Dünya’nın en çok konuşan ve bir o kadar da komik olan insanlarından biridir kendisi. Sabah çok erken saatlerde oraya vardığımdan biraz sohbet ettikten sonra uyumaya geçtim. Uyandığımda teyzem ve komşuları harika bir kahvaltı hazırlamış beni bekliyorlardı. Balkonda Ankara’nın güneşinin tanıklığında kahvaltılarımızı ederken teyzemin komşularının ne’lik sorularını yanıtlıyordum. Neyse ki onlar Yıldız ablam gibi “ee sen şimdi n’oldun” çabukluğunda benden bir sonuç beklemiyorlardı. Teyzem harika yemekler yaparken ben seçmeler için getirdiğim tiradı ezberliyordum. Yüksek sınavı için hazırladığım notların tamamını akşam bitirdim. Ertesi sabah küçük valizimi de alıp yeniden yola çıktım:


         Önce Kızılay’a gittim. Ardından metro ile seçmelerin yapılacağı Çayyolu/Koru Mahallesi’ne. Seçmeler öğleden sonra yapılacaktı. Dolayısıyla önce bir güzel yeşil çay ısmarlayıp tiradıma odaklandım. Altı üstü bir sayfa diyebilirsiniz. Ama Tahta Kalem’in "Harekette Bereket Vardır" başlıklı yazısında bahsettiğim üzere-bağlantısı burada- Ivana Chubbuck metoduyla hazırlanıyordum. Dolayısıyla her bir cümlenin, hatta bazen kelimelerin bile ardını kendi hayatımdan malzemelerle doldurmam gerekiyordu. Doğruluğu yanlışlığı tartışılır elbette; ama bende işe yaradığını düşünüyordum. Ardından Ata Yapım’ın seçme yapmayı kararlaştırdığı Arcadium Avm Sinemaları’nın en alt katına, sabahın köründe tanışıp Avm’ye birlikte girdiğim güvenliğin yönlendirmesiyle kuaföre geçtim. Aksanından anladığım üzere yabancı olduğunu düşündüğüm bir kadın son derece dikkatli bir biçimde tırnaklarıma french yaparken ben kâh içimden The Sound Of Music müzikalinden söylemeyi seçtiğim My Favorite Things adlı şarkıyı söylüyor kâh Yavuz Turgul’un Gönül Yarası adlı filminden seçtiğim Piraye’nin tiradını okuyordum. Ardından Avm’nin tuvaletinde makyajımı yapıp Şadi’yle konuştum. Bir önceki gün bana biraz içerlemişti haklı olarak. Çünkü kendisine haber verememiştim. Benimle gelebilirdi. Ama her şey o kadar üstüme gelmeye başladı ki ancak tek başıma hareket edersem bu yüksek ve seçme işininin içinden çıkabilirim diye düşündüm. Tüm bu süreçte uzakta da olsa yanımdaydı. Avm’yi yeterince dolandıktan sonra seçmelerin yapılacağı kata çıktım. Bu benim, Netflix için çekilecek bir kitap uyarlaması dizisinden sonra ilk büyük çaplı seçmem olacaktı. Kalbim tüm kainata ben buradayım dercesine çarpıyordu. Kapıdaki görevli kişiye birkaç soru sorduktan sonra tekrar tuvalete geçtim. Lynn Hocamın her dersin başında yaptırdığı nefes çalışmalarını yapmaya başladım-Allahtan büyük ve tertemiz bir girişi vardı-. İçeri giren herkes aynanın karşısında ellerini havaya kaldırırken nefesini içine çekip eli havada bir müddet duran ve sonra yavaşça ellerini indirip nefesini veren bana, bakışlar atıp çıkıyordu. Kalp atışımı dengelediğimi düşünerekten-ki bence anında fırlayabilirdi- sonunda lavabodan çıkıp seçmelerin yapılacağı sinema salonuna geçtim. Sıra falan yoktu. Randevu sistemiyle çalıştıklarından saatim gelince girdim ben de. İçeride ben yaşlarında bir erkek vardı. Kainattaki en içten ve "çabanı anlıyorum" diyen bir bakışla karşılaştım ki bu bi nebze de olsa dengede olmamı sağladı. Salonda aynı zamanda büyük bir kamera vardı. Videolar kaydedilip İstanbul’a gönderilecek ve seçim bu şekilde kararlaştırılacaktı. Kamera işi canımı sıksa da başladım tiradımı oynamaya. Ve tabi ki uzun bir süre kameraya değil de Ataberk Kaya’ya bakarak oynadım 🤦‍♀️ Aslında tam olarak ona da bakmıyordum; ama ona dönüktüm. Bu hatayı fark ettiğim an, sanki bu tiradı okurken karşıma koyduğum kişi, bulunduğu yerden kalkıp başka bir yere-kameraya doğru- geçmiş gibi düşünerek kameraya döndüm-geç de olsa-. Ardından şarkımı söyledim. Sıra dansa geldi. Zurnanın zırt dediği yer burasıydı-benim için-. Bu arada seçtiğimiz şarkı Glee dizisinde yer alan bir parça olmalıydı. Ne mutlu ki Müzikal öğrenimimin ilk yılında Lynn Hoca'yla The Sound of Music çalışmıştık. Dansta ise kendileri, yine Glee’den bir parça çalacak bizler de doğaçlama dans edecektik. Düşünün, bir sinema salonunda, kendiniz yaşlarında, henüz orada tanıştığınız bir insanla karşı karşıyasınız-yemin ederim yazarken gülüyorum 🤣- ve karşınızdaki insan son derece hoş bir insana benziyor ve aranızda bir kamera var. Rastgele-son derece oynak- bir parça çalıyor. Ve siz henüz birkaç dakika önce tanıştığınız o kişinin karşısında, sinema perdesinin ve koltuklarının ortasında dans etmeye başlıyorsunuz. Allahım yemin ederim kainattaki en korkunç dansı etmiş olabilirim-ki ben 5 yaşımda folklor kursuna başlayıp yıllarca gitmiş bir insanım-. Bir an bedenimin dışına çıkıp kendime baktım ve kendimden nasıl utandım 😳 Bir an tam şu karikatürdeki gibi gördüm kendimi:

 


     Derken-birkaç saniye içinde oluyor bütün bunlar- “Hayatımda bundan daha rezil bir an olabilir mi?” diye düşünüp yaptığım deliliğin tadını çıkarırcasına dans etmeye başladım. Neyse ki karşımda benimle benzer süreçlerden geçtiğini düşündüğüm son derece güzel bakan bir insan vardı. Ardından sonuçların paylaşılacağı tarihi öğrenip vedalaşıp çıktım oradan.

          Az önce içeride ne yaşadım? Tam olarak Freud’un Haz İlkesi'ni! Gerçeklik İlkem ve Haz İlkem ne zaman bir araya gelse ben, ben olmaktan çıkıyordum. Freud buna libido-yaşam enerjisi- diyordu. Benim libidom beni hep komik durumlara düşürüyordu-bağlantısı burada- Ama en nihayetinde ha-ri-ka hissediyordum. Yani inanın bana tam o an, bu sonuç her nasıl olursa olsun oraya gittiğim için kendime teşekkür ettim. Kendime inancım arttı. Yaşam enerjim yükseldi. Milyon tane uyarıcının olduğu şu zamanda ben bir şeyler seçip-felsefe, müzikal, tiyatro, tango gibi- onları sahiden istediğimi ve istemeye devam edebileceğimi sonunda fark etmişim. Her ne olursam olayım her ne olursa olsun artık hiçbir şey umurumda olmamalıydı. Yapılacak tek şey yapmaya devam etmekti. Hepsi bu!

          Şimdi geldik işin keyifçilik kısmına. İstanbul uçuşum akşam saatlerindeydi. Gülibik, Anadolu Yakası'na taşınmıştı. Direkt ona geçecektim. Saat henüz 14.00 civarı olduğundan kendimi Avm’nin  giriş katında bulunan Quickchina adlı restoranta attım. Ve canım lise tiyatro kulübünden arkadaşım, Şadi’yle, konuşmaya başladım. Dans sahnesini anlattığım esnada birlikte kahkahalar attık ve bir sonraki sınav için iyi şans dileklerimi alıp Ankara’nın enerjisine kendimi bıraktım. Özgürdüm:



2021 Temmuz ayına kadar süzgecimde kalanları paylaştım. Mart yazısında görüşmek dileğiyle, 

Güle güle Şubat ☺


Ek: Bu ayın bir film önerisi var: Toprağın Tuzu(The Salt Of The Earth) -bağlantısı burada - İzlediğim en etkileyici belgesellerden biriydi. Bir ormanı yeniden yeşertme çabasını iliklerime kadar hissettim.


Ek2: Bu yazıyı yazarken keyifle dinlediğim parça 👉 bağlantısı burada .

Kaynakça

*Glee'den şölen gibi gelen Freddie Mercury parçaları: bağlantısı burada ve  burada .

*Flu Tv'de son zamanlarda keşfettiğim harika iki insanın videoları burada:

Beni Siz Delirttiniz, Delirmek Normaldir, Dr. Alper Hasanoğlu -bağlantısı burada - ve Ocak yazısında bahsettiğim sevgili Nevzat Kaya'nın son videosu Venedik'te Ölüm, Böyle Buyurdu Kültür, Prof. Nevzat Kaya - bağlantısı burada - İyi ki varsın İlker Canikligil ❤

 

 Tahta Kalem


Telif Hakkı©2021-2022 Tahta Kalem. Tüm Hakları Saklıdır. Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak, ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://tahtakalem01.blogspot.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.

Copyright © 2021-2022 by Tahta Kalem. All Rights Reserved. Permission is given to copy and distribute this material, provided the content is copied in its entirety and unaltered, is distributed freely, and this copyright notice and links are included. https://tahtakalem01.blogspot.com/

 

    

İnsanların Ağaçlar Gibi Kökleri Olmadığından Ordan Oraya Savrulup Dururlar

            Apartmandan çıkar çıkmaz kapıda Cihangir Meydan'ın köpekleri karşılıyor beni. İnsan sürekli bir yerden bir yere gidince ve k...