2021/09/01

Ömrüm Sanki Bir Gündü


"İsa daha doğmamıştı. 

Meryem suçlanmamıştı.

2500  yıl geçti. 

Sokrat yaşlanmamıştı.

Ömrüm sanki bir gündü.

O da bu gündü."

Peşinden gidilecek bir kelebek yoktu şimdi. O kelebek içimdeydi. O kelebek bendim şimdi. Ömrüm Sanki Bir Gündü adlı parçadaki "bir gün" gibi bir günde kalmıştık- bağlantısı burada -. ☺ İstiklal'in aralarında yürüyordum. İstanbul'da yaşayan ablamın oğlu Emre ilk defa bana kalmaya gelecekti. Bir günümün nasıl geçtiğini merak ediyordu. "Yalnız yaşamak korkutucu değil miydi?" falan. Sorularına cevap bulacaktı. İlk defa tek başına bana geliyordu. Karaköy İskelesi'nden alacaktım kendisini. Uzun bir uğraştan sonra bulduk birbirimizi. Sonra Tünel'in oradaki Asmalımescit Dürümcüsü'ne gittik. Antakyalı bir çiftin yeriydi. Çok tatlı bir mekândı. Ne zaman dışarıdan yemek yiyecek olsam gittiğim iki yerden biriydi-en çok da yemeğimi yerken sürekli açık olan ekranlarında dönen siyah-beyaz filmleri izlemeyi seviyordum-. Emre dürüme bayıldı. Ardından İstiklal'de yürümeye devam ettik. "Akşama tiyatroya gitmek ister misin?" diye sordum. Pek istekli görünmese de  kabul etti. "Düğün Dündü Bugün Bugün" adlı oyuna biletlerimizi aldık: 



      Oyun saatine kadar ne yapacaktık? Kitap okuyabilirdik. Ne zaman ablam arasa, işte değilsem  Türk-Alman Kitabevi'nde oluyordum. Emre'yi oraya götürdüm bende. Ama öncesinde ona kitap almamız gerekiyordu. Felsefe mezunu bir teyze olarak kendisine Felsefenin Kısa Tarihi adlı kitabı aldım. Acayip eğlenceli bir anlatımı vardı ve çevirisini sevgili Güçlü Ateşoğlu Hocam yapmıştı-Lisedeki öğrencilerime de önerdiğim bir kaynaktı-. Türk-Alman'da kahvelerimizi içerken sohbet ettik. Ardından okumalarımızı yaptık. Sonra oyuna gittik. Oyunu epey sevdi. Ardından İstiklal'de canlı müzik dinlemeye gittik. Yeğenim hikayelerine bir ekleme daha yaparken- o zaman henüz instagram kullanmıyordum- ben de kara kara düşünüyordum. Büyülü günüm bitmek üzereydi ve yarın bir karar verecektim. Ya bankadan kredi çekip yüzyıllık hayalimi-abartıyorum tabi ☺kendimi bildim bileli benimle olan bu hayali- gerçekleştirecektim ya da deneyimlerime bir yenisini ekleyip imkânlarıma uygun olan bir oyunculuk okuluna başvuracaktım. Ancak bunun için de en az bir yıl beklemem gerekiyordu. Devlet Okullarında yaş sınırı vardı ve ben birkaç ay sonra 25 olacaktım. Ben bu düşüncelerin arasında yüzerken yeğenim kendini İstiklal'in gürültüsüne kaptırmıştı. Saat çok geç olmadan eve geçtik. 

      Ertesi gün yeğenimi yolcu ettim ve Beşiktaş'a gittim. Milonga öncesinde Elif'le buluştuk. Kahvelerimizi içip seçmelerde başımdan geçenleri konuştuk. Ne yapmalıydım? Bu konuyu konuşabileceğim başka kimse yoktu. Elbette birileri vardı ama bu kritik anda beni engellemeyecek tek insan Elif'ti. Elbette beni benden başka kimse engelleyemezdi ama işte yine de yakınlarımızın bir bakışı, bir iması bile dert olur ya bazen, öyle olsun istemedim. Bu konuyu öyle olmasına izin vermeyecek kadar çok istedim. Dolayısıyla bu sonucu Elif'ten başka kimseye anlatmadım- Ercan abi vardı bir de. Notaları satın almaya çalışırken yardımını istemiş ve durumu kısaca özetlemiştim. İyi şanslarını dilemişti sağ olsun☺-. Elif yaşımın henüz çok genç olduğunu, bu programın yarı zamanlı olması, evime yakın olması, iş saatlerimle çakışmaması gibi faktörlerden dolayı tercih edilebilir olduğunu söyleyip beni ihtiyacım olduğu kadar cesaretlendirdi. "Şimdi yapmayacaktım da ne zaman yapacaktım?" İhtiyacım olan buydu. Cesaret! Ardından Milonga'ya gidip dansımızı ettik. Hafta içi bankaya uğrayıp acayip yüksek bir faiz oranıyla kredimi çektim. Seçmelerde bir miktar burs da çıkmıştı. Hem o dönem başında Mimar Sinan Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Yüksek Lisans Programı'ndan özel öğrenci olarak bir ders almıştım. Dolayısıyla öğrenci olarak göründüğüm için seçmelerde aldığım bursla öğrenci indirimi birleşti. Bankadan çektiğim krediyi, ilk iki üç ay geri ödemesini ne olur ne olmaz garantilemek adına, ihtiyacım olan tutardan biraz fazla çekmiştim. Toplamda 19.000 geri ödemeli bir kredi borcum vardı artık. Bugüne kadar zaten felsefe öğrencisi ya da öğretmeni olduğum öğrenildiğinde aldığım o tuhaf bakışlara ve sorulara müzikal tiyatro yaptığım eklenince daha da uzaydan fırlamış biri olduğum bakışları yüklenecekti. Her neyse, seviyordum. Her ne gerekiyorsa çalışıp yapacaktım. Bu hayatı başka türlü yaşamayı bilmiyordum ben. Ancak böyle yaşanabilir oluyordu hayat benim için. 

        Şimdi haftada bir gün Mimar Sinan'a- Bomonti Kampüsü evime metroyla iki duraktı.- Yüksek Lisans dersine gidiyor, aynı günün akşamı Bahçeşehir Üniversitesi'nin Idea Kampüsü'ne Şan Dersi'ne gidiyordum. Şan Hocam, Lynn Trepel Çağlar'dı. Hayatım boyunca hatırlayacağım harika bir enerjisi vardı. Bana hep ama hep çok yardımcı oldu. Telaffuzlarımdan dolayı utanıyordum, beni cesaretlendiriyordu. Tek tek parçanın sözlerini ses kaydı olarak atıyordu. Hayatımın en güzel şeyini birlikte yapıyorduk. Yıllarca kendi kendime kaldığım her fırsatta bağırarak şarkı söyleyen ben, şimdi bunu, bu işin uzmanıyla yapıyordum: Sesimi doğru kullanmayı öğreniyordum. Müzikale başvurmamın temelinde, biraz da, yıllardır kendi kendime yazıp söylediğim bu parçaları bir gün başkalarıyla da paylaşma hayali vardı; ancak sesimi geliştirmem gerektiğine inanıyordum. Şimdi bunun için de bir adım atmıştım. Haz ilkem ve gerçeklik ilkem gittikçe birbirine yaklaşıyordu Freud, uçuyordum! Haftada iki gün koleje gidiyor, hafta içi iki gün akşam ve hafta sonu cumartesi günleri müzikale gidiyordum. Hafta içi akşam olan dersimiz Solfej ve Dans'dı. Solfej'den zerre miktarda bir şey anlamıyordum. Dansı çok seviyordum; ama pek de beklediğimi bulamadığım bir ders oldu. Hocamız aynı zamanda oyun çıkardığı için bir hafta var bir hafta yoktu. Yerine sevgili Seza Hoca geliyordu. Sahiden severek dans ediyordu-İşini severek yapan insanlar çoğalsınlar Allahım Lütfen. Çünkü hayat o zaman güzel oluyor-. Ancak tam Seza Hoca'ya alışıyorduk ardından sevgili Seda Hoca geliyordu. Derken sonraki hafta olmuyordu. Bu süreksizlik de ilerlememizi sekteye uğratıyordu. Sonraları Solfej için canım Adnan Hoca'dan ve sınıf arkadaşım Utku'dan yardım isteyecektim. Dönemin sonlarına doğru her ne kadar dersi sevmesem de anlamaya başlayacaktım-daha çok ama çok çalışmam gerekecekti tabi-. Hafta sonu cumartesi ise Korrepetisyon, Müzikal Tiyatro Tarihi ve Sahne derslerimiz vardı. Harikaydı. Kendi hayallerimin gerçekliğe dönüşmesini şaşkınlıkla izliyordum. Pazarları dinleniyordum. ☺ Bazense dayanamıyor, Türkan Hoca'nın İstiklal'de açtığı Dans Akademisi'nin pratiklerine katılıyordum. Derken müzikalin gündüz gösterileri için çalışmalar başladı. Bir müzikal parçası seçip türkçeye çevirdik. Önce çeviriyi bir monolog gibi oynadık sonra parçayı orjinal dilinde okuduk. Ben sevgili Lynn Hoca'nın önerisiyle The Sound Of Music adlı müzikalden My Favorite Things'i seçtim. İşin en güzel kısımlarından biri müzikal sınıfının aynı zamanda farklı farklı alanlardan ve ben yaşlarında bir sürü insandan oluşmasıydı. Ya üniversite okuyor ya da mezun ve farklı farklı alanlarda çalışıyorlardı. Hepsi de deli gibi müzikal yapmak istiyordu. Harika bir koordinatörümüz vardı: Adnan Hoca aynı zamanda harika bir arkadaştı. Sınıf arkadaşlarımla sıkı ilişkiler kurduk diyemem ama her an varlıklarıyla bana ilham veriyorlardı. Çok şey öğrendim onlardan. En önemlisi  kendimi kabul etmeyi öğrendim. Çünkü öncesinde ya tango yapan ya felsefe ile uğraşan ya da öğretmen olan insanların arasındaydım. Ve şimdi benim gibi aynı anda birçok alana merak saran hatta sarmakla kalmayıp acayip yetenekli olan insanların arasındaydım. Piyano çalan, kendi bestelerini yapan, harika ötesi sesi olan, kendi klibini çeken, dans eden, aynı zamanda öğrenci olan ya da çalışan... "Vay be!" diyordum her an. Ben kimdim ki! Bana uzaylıymışım gibi bakan gözler gelip bir de bu sınıfı görseydi. ☺

   Çalıştığım kurumun başka bir kampüsündeki Felsefe Hocası izne ayrılacaktı. İki ya da üç hafta, haftada üç gün o kampüse de gidecektim. Neyse ki evime yakındı.Yine 10, 11 ve 12. sınıfların dersine giriyordum. Çok ama çok yoruluyordum. Bir o kadar da yaptığım işleri seviyordum. Müzikal'in hafta içi iki gün olan dersleri akşam saatlerindeydi. Programım bozulmamıştı. Derken çalıştığım kurum bir müddet maaşlarımızı yatırmadı. Bu süre uzamaya başladı. Kredi ödemem beni strese sokuyordu. Amasya'da yaşayan ev sahibimse haberler aracılığıyla öğretmenlerin maaşlarının yatırılmadığını öğrendiğinden "sen iyi ol da kızım ne zaman uygun olursan o zaman ödersin dert etme" demişti. Sağ ol İsmail amcacığım. Dünya senin gibi tatlış kalpli ev sahipleriyle dolsun ❤  Ve canım ablam ve eniştem, sizler de var olun. Dünya sizler gibi tatlış kalpli ablalar ve eniştelerle de dolsun ☺

     Tabi epey stresli geçen o dönemin sonunda aldığım Yüksek Lisan dersini bırakmak durumunda kaldım. Daha önce dersine girmediğim bir hocaydı ve sürecin de etkisiyle dersi anlamakta epey güçlük çektim. Böylece hafta içi iki gün okulda, iki gün müzikalde geçen zamanın kalanında kendimi Türk-Alman kitabevi'ne atıyor okumalarıma odaklanıyordum. Samsun'dan arkadaşım Gülben'de Çocuklarla Felsefe eğitimine başlamıştı. Türk-Alman'da yaptığımız P4C temalı bir buluşmanın sonunda Gülben'nin kadrajından ben: 


     

     Çocuklarla Felsefe çalışmalarına da devam ediyordum. Çalıştığım Felsefi Danışmanlık kurumu Opus Noesis, Kadıköy Belediyesi'yle anlaşmış yarı yıl tatilinde "Özgür Çocuklar Atölyesi" düzenleyecekti. Sevgili Metin Hoca bu harika çalışmanın içinde benim de olmamı istemiş böylelikle "Çocuklarla Felsefe ve Performans" çalışması da hayata kavuşmuştu. Önce felsefe yapıyorduk sonra dans ☺:

  


   2020 Ocak ayına kadar kalp ve zihin süzgecimde kalanları Tahta Kalem'im aracılığıyla paylaştım.

   Ekim'de görüşmek dileğiyle,

   Hoş gel Eylül ❤


 Ek 1: Başlık adını sözlerini pek sevdiğim Haluk Levent'in "Ömrüm Sanki Bir Gündü" adlı parçasından aldı- bağlantısı burada. -

 Ek 2:  Felsefenin Kısa Tarihi, Nigel Warburton, Çeviren: Güçlü Ateşoğlu, Alfa Yayıncılık, İlk Baskı Yılı: 2015.

 Ek3: Bu ay dinlemekten keyif aldığım müzik grubu ise Frapan. "Bi Android" adlı albümünü ekliyorum: bağlantısı burada . Frapan'ı ilk Tanrılar adlı parçasıyla keşfettim: bağlantısı burada . 


Tahta Kalem


Telif Hakkı©2020-2021 Tahta Kalem. Tüm Hakları Saklıdır. Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak, ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://tahtakalem01.blogspot.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.

Copyright © 2020-2021 by Tahta Kalem. All Rights Reserved. Permission is given to copy and distribute this material, provided the content is copied in its entirety and unaltered, is distributed freely, and this copyright notice and links are included. https://tahtakalem01.blogspot.com/

İnsanların Ağaçlar Gibi Kökleri Olmadığından Ordan Oraya Savrulup Dururlar

            Apartmandan çıkar çıkmaz kapıda Cihangir Meydan'ın köpekleri karşılıyor beni. İnsan sürekli bir yerden bir yere gidince ve k...