2021/10/01

Yaşamak Marifet Gerektiriyor

 

"Yaşamak marifet gerektiriyor." demiştim 25. yaş günüm geldiğinde.  Asmalı'dan Tepebaşı'na inen yokuştan aşağı yürürken birdenbire dökülüverdi ağzımdan bu cümle. Çok yorulmuştum. Çok kırılmıştım belki de. Şimdi, bu günden-yani 2021'in Ekim'inden- bakınca geçmişe, görünür oluyor bazı belirsizlikler. 2020'nin Ocak ayında kalmıştık-bağlantısı burada- . Tam o zamanlar Opus Noesis'le birlikte Kadıköy Belediyesi'nde "Özgür Çocuklar Atölyesi"ni düzenliyorduk. Bu atölyede birlikte çalıştığım harika insanlardan biri de Fulya Sormaz Öğüt'dü. Geçenler de bir paylaşımına denk geldim. Şöyle ifade etmiş benim sabahtan beri kıvranarak aktarmaya çalıştığım duygu durumunu:

Bazen ışığının kırılması gerekiyor renklerini görebilesin diye.. 

 


           Evet hayallerimin peşinden gitmeye devam ediyordum. Planlar yapıyor onları uyguluyordum. Ama hayat hep engeller çıkarmaya devam ediyordu. Adeta hayatla savaşıyordum. Sonunda kendi mesleğimi yapabiliyor ve çalıştığım kurumu seviyordum; ama maaşlarımız yatmamaya başlamıştı.Hatta öyle ki tüm Türkiye haberlerde maaşı yatmayan öğretmenlerin ve çocukları ve onların öğretmenleri için endişelenen velilerin haberlerini izlemeye başlamıştı. Bu sürecin getirdiği kaygıya rağmen mesleğimi yapabiliyor olmanın sevincini yaşıyordum:


     Kendi düzenimi kurabilmiştim ve çok şükür ki tek başıma yaşayabiliyordum. Kendime kaldığım bir alanım vardı yani. Bu, kainattaki en büyük zenginliklerden biri olabilir. İnsanın en az bir iki sene kendi kendine kalması kadar değerli başka ne olabilir ki? Şu an bilmiyorum. Çünkü sonrasında her ne kadar söylensem ve bazı sağlık problemleri yaşamış olsam da kendimle yüzleştiğim yer oldu ilk defa tek başıma yaşamaya karar verdiğim Beyoğlu Çatma Mescit Mahallesi'ndeki Pedro Almodovar'ın "Yüksek Topuklar" filmindeki gibi yüksek topukları gördüğüm yarı zemin dünyam.  Sürekli bir şeylerin bozulduğu, hüngür hüngür ağlayarak "ne halt ediyorum ben burada" diye kendime kızdığım o ev beni öyle güzel büyüttü ki:


Bahçeşehir Doğa Anadolu Lisesi öğrencileriyle Felsefe dersinde bilginin göreliliği ve duyuların yanıltıcılığı konusu üzerine yaptığımız tartışmalardan sonra İllüzyon Müzesi'ni gezdik. Bu eğlenceli günden kareler 🎉😉








         Bütün bunlara rağmen ne mesleğimden ne İstanbul'dan ne de hayallerimden vazgeçmedim. Müzikal vardı. İyi ki vardı. Okuldan gelip Müzikal'e gidiyordum. Müzikal'den çıkıp Tango'ya gidiyordum. Hafta sonu geliyor Opus'a gidiyordum. Ben hep bir yerlere gidiyordum. Hiçbir yer bana belirli bir zemin vaat etmiyordu. Ben de inandığım şeylerin peşinden gitmeye devam ediyordum. İnsan inandığı şeylerin peşinden gidince öyle kolay pes etmiyordu. Okuduğum kitaplar, izlediğim hayatlar öğretti bunu bana. Bir de kendi deneyimlerim. Birkaç ay sonra Dünya Covid19'la savaşacaktı. Ben de ailemin yanında kalacaktım. Ablamın çalıştığı hastaneye değerlerimi kontrol ettirmek amacıyla kan vermeye gittiğimde gelen sonuçlar ailemi ve beni korkutacaktı. Çünkü değerlerim epey kötüydü. Doktor beni görmek isteyecek gittiğimde ise epey şaşıracaktı. "Kızım sen canavar gibi görünüyorsun. Senin şu an ayakta duramıyor olman gerekirdi. Vücudunda demir kalmamış senin. Ama gayet iyi görünüyorsun. Tuhaf.." diyecekti. Kurduğum düzen bozulmasın diye çok koşturmuştum. Sevdiğim, inandığım işlerle uğraştığımdan farkına varmamıştım; ama bedenimi, sağlığımı gözardı etmiştim. Sağlıklı beslendiğimi düşünüyordum. Oysa unuttuğum bir şey vardı: Kaygı! Feci halde bedenimi sarmıştı. Hayat beni yavaşlatacaktı. Bu benim için çok çok iyi bir şey oldu. Harika bir dinlenme ve demlenme sürecine giriş yaptım. Ama öncesinde neler yaptım? ☺Gelin birlikte izleyelim. Aşağıdaki video müzikal eğitimimizin 3-4 aylık sürecinin çıktısı. Korona'dan önce Bahçeşehir Üniversitesi Müzikal Tiyatro Akademisi'nde Gündüz Gösterileri yaptık. Sene sonunda ise Harbiye'de ve kendi okulumuzda büyük bir gösteri yapmayı planlıyorduk. Henüz yapamadık. Aşağıdaki video benim showreel'ım. İyi seyirler:




     İçinde Gündüz Gösterileri dışında bir de kısa film var. Sevgili Selim Evci, Bahçeşehir Üniversitesi'inde Kısa Film Atölyesi açıyor. Bu atölyeye katılan katılımcılarda kısa film çekmek için müzikal sınıfına bir seçme düzenliyorlar. Ben de bir hafta sonu bu seçmelere katıldım ve sevgili Erdem Bolca'nın katılımcı olduğu ve yöneteceği Sessizlik adlı kısa filmde Derya rolünü aldım. Kısa film çekiminden bir kare:




     Bütün bunlar harikaydı; ancak Sabahattin Ali'nin "Kuyucaklı Yusuf"' adlı eserinde betimlediği gibiydim hâla: "İncir Ağacı gibi sıkıntılı ve şekilsiz; fakat özgür ve istediği gibi büyüyen." Özgürlük feci sorumluluklar yüklüyordu. Ayağımın altındaki zemin de kaymaya devam ediyordu. Karakter Aşınması adlı kitapta Richard Sennett bu durumu bakın nasıl özetliyor: 

Yeni ekonomik düzenin büyülü sözcüğü "değişim"in doğası nedir, insanlara nasıl yansıyor? Her zaman kısa vadeye endeksli bir ekonomide kişi nasıl kalıcı değer ve hedeflere sahip olabilir? Her an parçalanan veya sürekli yeniden yapılanan kurumlarda, kişi kendi kimliğini ve yaşam öyküsünü nasıl oluşturabilir?

Küreselleşme olgusunu makro düzeyde inceleyen birçok kitap yayımlandığı halde, bu sürecin mikro düzeyi, insan karakteri üzerindeki etkileri pek az incelendi. Richard Sennett, Karakter Aşınması'nda bunu yapıyor. Ona göre sermayenin, günümüz ekonomisinin bütün dünyaya yayılmış dalgalı denizlerinde "hızlı kar"ın dışında bir başka amacı yok; şirketlerini piyasadaki anlık değişimlere müdahale edecek biçimde esnekleştirip, yeniden yapılandırıyor. Kişilerden sürekli kendisini yenilemesini, seyyar olmasını, risk almasını, rekabet becerisini geliştirerek yırtıcı bir karakter edinmesini, takım çalışmasında uyumlu olmasını bekliyor. Ancak eski kapitalizmin rutin ve monoton yapısına karşı savunulan bu politikaya yakından bakıldığı zaman sadece eski iktidar yapılarının rengini değiştirdiği görülüyor. Çalışanlar için esnekliğin anlamı ise yaşam boyu iş güvencesinin yok olması; sürekli iş ve şehir değiştererek yön duygusunu yitirmek; istikrarlı işlerin yerini geçici projelere bırakması ve bir işten diğerine, dünden yarına sürüklenen yaşam parçacıklarından beslenen, rekabetin körüklediği "güvensizlik" ve "kayıtsızlık" duygusu... Ve bir de karakter aşınması... Oysa insan karakteri, duygusal deneyimlerimizin uzun vadeli olması ve başkalarıyla girdiğimiz ilişkilere yüklediğimiz etik değerler üzerinden gelişir. Karakter, içsel bütünlük, ilişkilerde karşılıklı bağlılık ve uzun vadeli bir hedef için çaba harcamak biçiminde kendini gösterir. Yeni kapitalizm ise güvenmeyi, bağlanmayı ve uzun vadeli planlar yapmayı karlı bulmaz, reddeder.
Sennett Karakter Aşınması'nda gelişmiş bilgisayarlarla üretilen ekmeğin kalitesinden çok, ekmeği yiyenlerin hayatına bakıyor ve soruyor: "Bu sistem insanın yaşamına değer ve anlam katıyor mu?" Ve ekliyor "değişim, kitlesel ayaklanmalarda değil, ihtiyaçlarını birbirleriyle paylaşan insanların arasında, toprakta yeşerir. İnsanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim."

Belki de belirli bir zeminde kalmak yerine zeminler arasında geçiş yapmaya müsaitti benim doğam. Geçiş yapıyordum ben de tangodan felsefeye, felsefeden müzikale.. Buydu benim aklımın gözlükleri: Felsefe, Dans, Tiyatro, Müzikal. Tango. Bütün bunları öğrenmeye ve öğrendiklerimi severek aktarmaya devam ediyordum; ama yine de belirsizlikler içinde yaşamak feci halde kaygı yüklüyordu. Bunu hayatın beni ve tüm dünyayı yavaşlatacağı zamanlar geldiğinde daha net görebilecektim. Çünkü ben tıpkı gen dopingi yapılan fare gibi amacıma ulaşana kadar yorulmaksızın koşmaya devam edebilirdim-aşağıya gen tasarımı konusunda bir video bırakacağım. Bu fareyi de görebilirsiniz-. Ama işte bedenin de hafızası vardı ve ne kadar yorulduğunu bana hatırlatacaktı. Özgür Çocuklar Atölyesi'nden kareler. Önce felsefe yaptık, sonra dans ☺:












      Burada ise yeterince felsefe yaptıktan sonra Müzikal'de çalıştığımız parçalardan birinin koreografisini çalışıyoruz. Parça Alaaddin Müzikali'nden. Soru: "Sihirli bir lambanız olsa üç dileğiniz ne olurdu?" olunca aklıma dans parçamız gelmişti: 

 



      2020'nin Şubat tatilinde Özgür Çocuklar Atölyesi ile hemhal olduğumdan ancak iki üç günlük bir Ankara tatili yapabildim. Annem Ankara'ya teyzemin yanına gidince ben de soluğu bu iki güzel kadının yanında aldım:




 2020'nin Mart ayında Dünya Covid-19 adlı bir virüsten muzdaripti. Bu salgın hastalık sosyal mesafe adlı çelişkili bir kavramı da soktu dünyamıza. Kesinlikle sosyal değildik; ama mesafelendik. Uzaklaştıkça yakınlaştık yer yer. İçsel farkındalığın zirvesiydi bu dönem-en azından benim için-. Ben sevdiğim insanlarla bir bir görüstükten sonra çalıştığım kurumun 18 Mart civarı vermiş olduğu bir haftalık tatil ile soluğu ailemin yanında aldım. "En azından bu bir haftalık süreçte çözüm üretilirse geri dönerim; ama yok üretilmezse ailemin yanında olurum." dedim. Öyle de oldu. Çözüm yoktu-uzun bir sürede olamadı-. Ben ailemin yanında kaldım. Dersler online'a döndü. Bir de Opus'la online p4c-Çocuklarla Felsefe- Atölyeleri düzenledik. Koordinatörlüğünü yaptığım bu atölyelerin 4 kolaylaştırıcısından biriydim. Ayda bir ben de kolaylaştırıcı olarak atölyeler düzenliyordum:


 
     Adana yavaş yavaş ısınıyordu. Annemle çiçeklerin topraklarını değiştiriyor, yeğenimle kahve içiyor, ablamın yaptığı kekin kokusu mutfaktan tüm eve yayılırken müzikalin online yapılabilen derslerine katılıyor, en sevdiğim şan derslerinde canım Lynn Hoca'nın rehberliğiyle ve Adana'nın sıcağının sesime iyi gelmesiyle bağırarak "but I'm always true to you, Darlin', in my fashion" diye tüm apartmanı inletiyordum. Değerlerim düzelmeye başlamıştı.Her gün spor yapıyordum. Bazen annemi, bazen ablamı, bazen yeğenimi kendime ortak ediyordum. İçlerinde en istikrarlısı ablam çıktı. Onunla da ara ara spor esnasında sohbet ederken tartıştığımız için- bunda spor esnasında beynin daha iyi çalışmasının etkisi büyük ☺- bırakıyor, sonra neden tartıştığımızı unutunca yeniden başlıyorduk. Aşağıdaki kareler bir p4c atölyesinden sonra annemle çiçek ekerken:







Neredeyse 6 yıl sonra ilk defa bu kadar uzun-neredeyse 5 ay- ailemle vakit geçirdim. Çoğunlukla lisedeki derslerim, online atölyeler ve online solfej, müzikal tarihi, şan dersleri nedeniyle aslında yine yoğundum. Bu sefer yanımda annem ve ablam vardı. Onlarla yaşamak kaygımı azaltmıştı. Dünyanın içinde bulunduğu durum- adeta kepengi indirilmiş dükkan gibiydi- her ne kadar korkunç olsa beni dünyaya getiren kaynağın yakınında bulunmak yaşam enerjimi dengeliyordu.

Şimdi annem İstanbul'a geldi ve ben bu gece onun yanında uyuyacağım. Dolayısıyla Ekim yazısını burada sonlandıracağım. Bu harika kaynağın yakınında olabildiğim için sonsuz teşekkürler evren ❤

Güle güle Eylül ☺
 
Hoş gel Ekim ❤

Kaynakça

Karakter Aşınması, Richard Sennett, Çevirmen: Barış Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, 11. basım.

* Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları, İlk Baskı Yılı: 2001.

* Tasarlanmış Bebekler, Barış Özcan -bağlantısı burada-


Ek: Bu ayın yazısı 2020 Ocak-Haziran arasında geçtiğinden o dönemlerde çekilen provamızı paylaşıyorum:





Tahta Kalem


Telif Hakkı©2020-2021 Tahta Kalem. Tüm Hakları Saklıdır. Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak, ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://tahtakalem01.blogspot.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.

Copyright © 2020-2021 by Tahta Kalem. All Rights Reserved. Permission is given to copy and distribute this material, provided the content is copied in its entirety and unaltered, is distributed freely, and this copyright notice and links are included. https://tahtakalem01.blogspot.com/


             
                   
  




            

İnsanların Ağaçlar Gibi Kökleri Olmadığından Ordan Oraya Savrulup Dururlar

            Apartmandan çıkar çıkmaz kapıda Cihangir Meydan'ın köpekleri karşılıyor beni. İnsan sürekli bir yerden bir yere gidince ve k...