2021/04/01

Mutluluk Herkesin Mutluluğu, Acı Senin Acın..

 
   
     "Mutluluk herkesin mutluluğu, acı senin acın".. Ki herkes: öznesi olmayandır. Dolayısıyla kaldığımız yerden-bağlantısı burada- 2018 Haziran'a yaşadığım duygu durumlarını aktarabilecek kelimeler bulmakta zorlanmaktayım. Çok yorulduğum bir dönemdi, bir o kadar da büyük bir haz aldığım... Tuhaf bir biçimde yorgunluk, haz ve acı aynı kaynaktandı: Benim ve çemberime dahil olanların -okuduğum kaynaklar da dahil- dünyaya fırlatılmışlıklarından.. Bütün bunlara sebep aynı zamanda çok fazla işle meşgul olmamdı; ancak tam da bu sebep beni daha üretken ve daha diri tutuyordu. Diyorum ya, anlatmakta zorlanıyorum. Ben de anlamaya çalışıyorum hâla, Varlık ve Zaman'ı birçok başka filozof ve deneyime tercih etme nedenimi..

     En son sabahın köründe yanlışlıkla alt kattaki komşumun zilini çalarak beni gereksiz bir tartışmaya soktuğunun farkında olmadan gelip, onunla ilgilenmediğim için başkalarıyla görüştüğünü söyleyen Eksik Daire'ye fırlattım Varlık ve Zaman'ı. Epey de ağırdır hani.. İsabet ettirmedim tabii. Öyle bir amacım da yoktu. Tek derdimin o kitabı anlamak olduğunu söylüyordum. O da gelmiş benim hayatımda başkası olduğunu düşünüyordu. Hayır oladabilirmiş çünkü ayrıymışız ama olmamalıymış. Her ne kadar bu durum onu rahatsız etse de başkalarıyla görüşmeyi de ihmal etmemiş.. Canımı acıtmak istiyordu. Acıtıyordu da..Allahım ne kadar saçma..  Oysa aynı yöne bakabilseydik, birbirimize anlayış gösterebilirdik. Birbirimizi seviyorduk. Ama olmuyordu. Bir yere-MSGSÜ, YTÜ ya da formasyon stajına- gitmediğim tek zaman dilimi hafta sonuydu.. Ki o zaman, bitirme çalışmam için taslak hazırladığım bir dilimdi ayrıca..Dolayısıyla nasıl anlamazdı beni? Çok yoruluyordum! O ise sürekli bir pürüz oluşturuyordu.. Dinledim: "Sürekli benden kaçtığın için sürekli seni arıyorum." diyordu. Haklıydı. Kaçıyordum çünkü beni anlamıyordu. Eğer akşam onunla buluşup yemek yersem bir daha beni rahatsız etmeyecekti. Akşam buluştuk. Asmalı Mescit'te oturduk. Bir daha görüşmeyecektik-ama görüştük-. 

     Formasyon'da Zaman Yönetimi konusunda hocamız bir kitap önerdi: Göğü Delen Adam..Evim MSGSÜ'ye metroyla iki duraktı. Çoğunlukla dönüş yolunda Osmanbey, Taksim, İstiklal, Asmalı Mescit ve Tepe Başı caddesi istikametinde yürürdüm. Yürümek de dans gibi acayip iyi geliyordu ruhuma-hâla da öyle-..Ancak haftada iki gün formasyon için Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Davut Paşa Kampüsü'ne gidiyordum. Çoğunlukla Şişhane Metro'dan Yeni Kapı ve ardından Hava Alanı istikametinde devam ediyordum. O yol boyunca da okuma yapıyordum. Hafta içi okul dönüşlerinde ise bazen İstiklal'deki Mephisto'nun bahçe katında bazen de Türk Alman Kitabevi'nde Kierkegaard, Hermeneutik ve Heidegger okumaları yapıyordum..Bir gün Mephisto'dan çıkarken kitapların arasında "Göğü Delen Adam" çarptı gözüme.. Metroda okunacak çerez kitaplardan olduğunu düşünüp aldım. İçinde yaşadığım dünyayı, Samoalı bir yerlinin gözünden, kendimi bir yabancılıkta karşıma alarak okumaya başladım: 


     Avrupa’da zamanı olan çok azdır. Belki de hiç yoktur. Bu yüzden herkes yaşamın içine fırlatılmış birer taş gibi koşuşturur. Hemen hepsi yürürken yere bakar ve daha hızlı ilerleyebilmek için kollarını ileri savurur. Eğer durduracak olursan isteksizce, “Niye beni rahatsız ediyorsun?” derler. “Kaybedecek zamanım yok, sen de kendi zamanını değerlendirmeye bak.”Sanki hızlı yürüyen insan daha değerli, yavaş yürüyenden daha yürekliymiş gibi davranırlar. Sanıyorum ki, çok sıkı tuttukları için zaman, ıslak elden kayan yılan gibi akıp gidiyor ellerinden. 

 

     Ve "çerez" diye adlandırdığım bu kitap "zaman" tanımıyla bitirme çalışmamda yer aldı. Sırf o kitaba denk gelmeme vesile olduğu için bile "iyi ki o dönem formasyon eğitimi aldım" diyorum. İlahi bir işaret gibiydi benim için ☺ Her hafta danışman hocama sunduğum taslaklardan birinde  Der Papalagi'de yerini aldı ve hocam çok yerinde buldu yaptığım benzetmeyi.. "İnsan hikayelerle düşünür, gerçeklerle değil." diyordu Harari bir söyleşisinde -bağlantısını kaynakça kısmında bulabilirsiniz-. Ben de gerçeği hikayelerle benzetmeler yaparak anlatmayı seviyordum. 
     
     Tez günüme son 20 gün kala feci haldeydim.. Varlık ve Zaman resmen üst limitim olmuştu. Diğer her şey bana çok kolay geliyordu. Öyle olmamasına rağmen.. Yıldız Teknik'te yaptığım Öğretme Teknikleri sunumum, Atışalanı Anadolu Lisesi 12/A sınıfında Siyaset Felsefesi anlattığım gün, Kaan Hoca'nın doktora dersleri, hepsi hala yazarken heyecanımı yeniden hissettiğim deneyimlerdi. Ama bitirme çalışması çok başkaydı: Resmen uyuyamıyordum, yemek yiyemiyordum. Tam o zaman hayatıma yeniden dahil olan Eksik Daire gitmişti. Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı'na-bağlantısı burada- o dönem de denk geldim ve orada da varlık felsefesini gördüm. Benden önce başkaları da görmüş hatta lise felsefe kitabı varlık felsefesi konusuna dahil etmişlerdi. Ama ben onlar aracılığıyla değil kendim gördüm. Çünkü zaten Kant'ın tabiriyle "aklımın gözlükleri" Varlık ve Zaman markalıydı. Gördüğüm her yer, her şey Varlık ve Zaman'dı. Müşfik Kenter 'in ne kadar yakışıklı olduğunu farkettim. Yeni Türkü'nün klibinde Sevmek Zamanı'na yer verdiği "Resim" adlı parçasını dinleyip ağladım-burada-. Acayip hassastım. Parçayı ağlamak için de açıyor olabilirim. Kierkegaard'ın Korku ve Titreme'si bitmiş tam zamanında Ölümcül Hastalık ve Umutsuzluk'a başlamıştım. Ağladım, okudum, ağladım, dinledim.. Ludovico Einaudi-burada- dinliyordum. Çalışmaya ara verdiğimde ise Leonard Cohen-burada-ve Michelle Gurevich-burada-.. Ölüyordum Allahım! Nasıl bir acıydı yalnız olmak! Nasıl yalnızdım! Hazal-Samsun'daki dostum- arayıp bana güç veriyordu. Bu süreç bitecekti. Acı hissetmem normaldi.Eksik Dairem beni eksik bırakmıştı. Zerre miktarda umursamamıştı. Birdenbire yok olmuştu. Acayip heyecanladığım konunun sunumu yaklaşıyordu ve ilk defa hocalarımın karşısına çıkıp bir şeyler anlatacaktım. Bir şeyler dediğim o şey son bir yılımdı. Sonrasında ne olacağını bilmiyordum. O an sonrasıyla ilgilenmiyordum. O an sadece Varlık ve Zaman vardı. Sonrasını sonra düşünürdüm.

     Bitirme çalışmasının sabahına kadar çalıştım. Sabahında aklıma Cogito'nun Aristoteles ve Aristotelesçilik sayıları geldi. İnceleyip Kaan Hoca'nın "Prohairesis ve Dikaiosune " başlıklı makalesini buldum. Okumuştum öncesinde ama bana lazım olan  Aristoteles'in phronesis ve prohairesis
kavramlarıydı.Hepimiz tercih ettiğimiz şeyleri isteriz ama istediğimiz şeylerin hepsini tercih etmeyiz. "Başka şeylerden önce seçilmesi gerekliliği" anlamını taşıyan tercihlerimizle-prohairesis- nasıl sahih/otantik-Heidegger'in kullandığı bir kavram- olabileceğimizi  anlamıştım artık.  
     
     Bir gün  MSGSÜ Bomonti Kampüsü'nde bir etkinlikte izleyicilerden biri Heidegger üzerine çalışmalar yapmış bir konuşmacıya, "Heidegger'in terminolojisinde neden hep ölüm vb. kavramlar var ama sevgi ya da sevgiye dair bir kavram yok" diye bir soru yöneltti.. Ben bu soru üzerine düşündüm: Doktora dersinde danışman hocam "Mutluluk herkesin mutluluğu ama acı senin acın" benzeri bir cümle kurmuştu. Herkesin ise öznesi yoktu. "Kim yaptı?" diye sorsak birini gösteremezdik. Oysa bir tanımı tanım yapan onun sınırlarının çizilmiş olmasıdır.  Herkes ise sınırsızdır...Benzer şeyler mutlu eder herkesi ve benzer şekilde seviniriz birçok şeye ama acı bizim acımızdır. Elbette başkaları da yanımızda olabilir, bize yardım edebilir, bizim adımıza ya da bizimle üzülebilir ancak; biz ancak kendi acımızla kendimizi bir yabancılıkta karşımıza alırız ve bir tuhaf oluruz işte.. Aslında tam o an sahih/otantik oluruz. Ben de bunu anlamaya çalışıyordum. Kaan Hoca'ya da sordum hatta "illa bir felaketle mi karşılaşmalıyız ya da deprem falan mı olmalı, bir yakınımızı mı kaybetmeliyiz sahih/otantik olabilmek için?" diye. O da "zaten insanın kendinde-sahih/otantik- olduğunu ancak hergünkü herkes dünyasında herkesle el ele verdiğini; otobüste yolcu, evde çocuk, okulda öğrenci, iş yerinde çalışan olarak sahihliğinden uzaklaştığını, bu nedenle gayrisahih olduğunu " söylemişti. Dolayısıyla bu durumlardan sahihliğimize dönmenin yolu kendini bir yabancılıkta karşına almaktı. Okula, işe, çalışmaya ya da herhangi bir kursa başladığınız ilk günü düşünün. Birine çok kızdığınızda, bir yakınınızı kaybettiğinizde ya da aniden bir kavganın ortasında kaldığınızda..İşte bu ve bunlara benzer anlar dışında kalan zamanlarda çoğunlukla gayrisahih/inotantik varlıklarız. Mesela bir baba bebeğini kucağına aldığı ilk an sahihken sonrasında "babalık" sınıfına dahil olmasıyla gayrisahih/hergünkü dünyaya dönmekte..Sonunda anladığım ise şuydu: bizler tercihlerimizle de sahih varlıklarız. Tercih benim tercihim. 10 kişiden 1'inin değil. On kişiden kendisi gibi/sahih olan, bu bloğu oluşturmaya ve her ay kendinden bir şeyler yüklemeye "karar veren" yazarın. 10 kişiden 9'u ise birbirlerini imleyebildikleri için gayrisahihler. Kim olduklarını bilmiyoruz çünkü ve rakamlar birbirlerinin yerine geçebilirler. Tıpkı y kuşağı, gençler, öğrenciler, anneler, babalar, çalışanlar ya da işsizler dediğimizde de buradaki her sınıfın kendi içinde birbirlerini imleyebildikleri gibi gayrisahih/in otantikler.

     Sunumum bitti. Saat 10 gibi başlamıştı. Bir yıl boyunca hazırlandığım bu anı 25 dakika sınırıyla anlatmamız istenmişti. Süre yetti. En azından değinmek istediğim her noktaya değindim. Gelen soruları cevapladım ve yerime geçtim. Allahım içimde inanılmaz bir hüzün oluştu tam o an. Bitti. Bitmişti. Eksik daire geldi aklıma. Onun fırlatılmışlığının hepimizden fazla olduğunu düşündüm. Sol tarafa döndüm. Kaan Hoca "Roz" diye seslenip "oldu-👍-" diyor. Gözleri pırıl pırıl. Gülümsedim. İyi ki gelmiş bu okula, iyi ki danışmanım olmuş diye düşündüm. İçimdeki kıvılcımı bulmamı sağladığı için ona minnettar olduğumu söylemiştim-bağlantısı burada-. İki sunum daha dinledikten sonra bir ara verildi. Kaan Hoca ve bölüm başkanımız Bülent Hoca ile görüştüm. Beni tebrik ettiler. Az önce kendimi bir yabancılıkta karşıma aldım. Şimdi hergünkü/herkes dünyasına-ki buna "hergünkülüğüm" diyorum- geri dönmüştüm. Aylar öncesinden bir kolejin mülakatlarına katılmıştım. Son aşaması sunumumla aynı gündeydi. Ancak mazeretimi kabul etmediler. Sen mezuniyet durumundaki bir öğrencinin başvurusunu kabul et, onca mülakat için onca yol tepsin gelsin; ama bitirme çalışmasının olduğu gün ve saate denk geldiği için görüşmeyi  başka bir zaman ya da tarihe erteleyeme! "Merhaba hergünkülük!" dedim. Bir arkadaşımla Şişhane'ye kadar geldim. Eve geçip yemek yaptım. Bağırarak şarkı söyledim. Üst katımda Mimar Sinan Resim ve Mimarlık'tan arkadaşlarım Yalçın ve Gökhan vardı. Üst kat boşalınca alt kattaki sevgili komşum beni çok sevdiği için arkadaşlarım ev arıyorsa ona yönlendirmemi rica etmişti. Ben de en az benim kadar sevebileceği iki arkadaş getirdim. Anlaştılar. Ve o iki güzel insan dönem içinde benim evimi maviye boyadılar. Formasyon dönüşlerimde yemeğe çaya davet ettiler. Bizi çok seven komşumuz ona da laf etti 🤦‍♀️ Yalçın'ın resimlerine konu olduk 😂 Gökhan'la spora başladım. İyi ki varlardı. Ama onlar da taşınıyorlardı. Ailemi çok özlemiştim. Annemle balkonda oturup çay içmek istiyordum. Ben de Adana'ya doğru yola çıktım. Felsefe arayışı temelinde biraz da yurt özlemiydi. Filozofsa yurdu olmayan. 🤷‍♀️ 

     "Beynimizin ağzı" diyor Kant ellere.. Tahta Kalemim aracılığıyla 2018 Haziran'a kadar yaşadıklarımı yazdım. Devamı için Mayıs'ta görüşmek dileğiyle, 

Sevgiler ❤


Kısaltmalar

*MSGSÜ: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
*YTÜ: Yıldız Teknik Üniversitesi


Kaynakça


* Varlık ve Zaman, M. Heidegger, Çeviren: Kaan Harun Ökten, Alfa Yayınları, İlk Baskı Yılı:2018

* Göğü Delen Adam, Erich Scheurmann, Çeviren: Levent Tayla, Ayrıntı Yayınları, 36. Basım.


* Korku ve Titreme, Soren Kierkegaard, Çeviren: Nur Beier, Pinhan Yayıncılık.

* Ölümcül Hastalık ve Umutsuzluk, Soren Kierkegaard, Çeviren: M. Mukadder Yakupoğlu, Doğu Batı Yayınları.

* Prohairesis ve Dikaiosune, Kaan Harun Ökten, Cogito Dergisi: Aristoteles, Sayı:77, 2014.

* Cogito Dergisi: Aristotelesçilik, Sayı:78.


Ek: Mart ayında izlediğim filmi de paylaşmak istiyorum. Arkadaşlık temalı dram/komedi karışımı ağlatırken güldüren Adam Elliot'ın yazıp yönettiği harika bir stopmotion filmi:










Tahta Kalem

Telif Hakkı©2020-2021 Tahta Kalem. Tüm Hakları Saklıdır. Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak, ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://tahtakalem01.blogspot.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.

Copyright © 2020-2021 by Tahta Kalem. All Rights Reserved. Permission is given to copy and distribute this material, provided the content is copied in its entirety and unaltered, is distributed freely, and this copyright notice and links are included. https://tahtakalem01.blogspot.com/

İnsanların Ağaçlar Gibi Kökleri Olmadığından Ordan Oraya Savrulup Dururlar

            Apartmandan çıkar çıkmaz kapıda Cihangir Meydan'ın köpekleri karşılıyor beni. İnsan sürekli bir yerden bir yere gidince ve k...