2022/04/30

İnsan Ara Sıra Evini Yakmalı Ve Çıkıp Dışardan Seyretmeli



       Bugün bir arkadaşım aradı. Uzun yıllardır tanıdığım, kendini yontma sürecine zaman zaman da olsa tanıklık ettiğim ve yaşam serüvenini tek başına sırtlanmasına imrendiğim biri. "Roz artık yoruldum. Çok uzun zamandır çalışıyorum. Çok uzun zamandır yalnızım. Mesleğimin hayatımdaki her şeyin önüne geçmesinden yoruldum. Bir ilişki nasıl kurulur? Bunu bile hatırlamıyorum. Hatta belki de bilmiyorum. Bugün birinden benimle duygusal bir ilişki kurmak istediğine dair bir işaret görsem gözüm kapalı kabul ederim. O denli yoruldum yalnız olmaktan." dedi. O öyle deyince bir başka arkadaşım geldi aklıma. Uzun yıllardır o ülke senin bu ülke benim gezmiş üç-dört tane dil bilen, çalışma disiplinine çokça imrendiğim biri. Bir ilişki kurdu yakın zamanda. İlişkide olduğu kişiyi gördüm. Kendi yalnızlığından kaçması için değerlendirilmiş bir fırsat gibi göründü gözüme. Çünkü arkadaşım hala olduğu kişiydi. Bakışlarında, halinde ve tavrında en ufak bir değişiklik yoktu. Yani insan az biraz değişmeyecekse bir ilişkiye neden girerdi ki? Yalnızlıktan kaçmak için olsa gerek. Ya da yalnızlıktan sıkıldığından. Çok derin bir mevzu bu. Bilinç akışımı aktarırken bile durmama neden oluyor. Henüz kendini arayan ve anlamaya çalışan varlığın ötekiyle karşılaştığı yer. Kaldı ki kendin de aynı kalmıyorsun. Bu nedenle arada kendine de dönmen gerekiyor. Nisan ayında Opus Noesis'in düzenlediği sevgili Fulya Sormazöğüt'ün kolaylaştırıcılığında yürütülen "Sevgi" adlı Topluluklarla Felsefe Atölyesi'ne katıldım. Yetişkinler için olan bir p4c atölyesi olduğundan neredeyse 25 yaş ve üzeri, farklı yaş grubu ve mesleklerden insanlarla yapılan bu atölyeden geriye şu sorular kaldı: 

 *Sevgi nedir?

*Kendimize yakın hissettiğimiz kişi ya da şeyleri mi severiz?(Bağ kurduğumuz)

*Birine, bir şeye sevgi duymamızı sağlayan şey kendimiz miyiz yoksa sevgi duyulan şeyin varlığı mı?

*Sevgi, kendini görebildiğin yer mi?

*Neyi/Kimi seveceğimizi seçebiliyor muyuz?

*Sevgi öğrenilmiş/öğrenilebilen bir duygu mu?

*Birini hiç tanımadan, ilişki kurmadan sevebilmek mümkün mü?

*Sevgi biten bir şey midir?

*Sevgi için değişmek gerekir mi?

*Sevgi her zaman huzur verir mi?

*Güvenin olmadığı yerde sevgiden bahsedilebilir mi?

*Sevgi fedakarlık ister mi?

*Sevgi her zaman mutluluk getirir mi?

*Birini olduğu gibi kabul etmek sevgi midir?

*Sevgi tek taraflı mıdır?

*Sevgisiz yaşanır mı?

*Sevgi karşılık bekler mi? Her sevgiye karşılık verilir mi?

*Koşullu sevgi olur mu?

*Sevginin ölçütü nedir?

*Sevgi nasıl gösterilir?

*Sevgi emek gerektirir mi?


Vay canına! Sahiden zor bir fizik ya da matematik problemi kadar zor sorular bunlar. Hatta belki onlardan bile zor. Çünkü başlangıçta bize verilen bir formül yok. Formül diye gördüğümüz, tanıklık edilen yakın çevre ilişkileri ya da edebi eserler veya filmler aracılığıyla tanıklık ettiğimiz ilişki türleri olsa da işin içine kendimiz girmedikçe anlaşılmayan cinsten bir problem bu. Nitekim ben de yaşadığım o uzun yolculukların sonunda-bağlantısı burada- ilk defa ciddi ciddi ilişki kavramını karşıma koyacağım bir döneme yavaştan geçiş yapıyordum. Dil sınavına hazırlık sürecimde yaşadığım duygu durumlarını Tahta Kalem'in Güneş Her Gün Yenidir başlıklı yazısında-bağlantısı burada- aktarmıştım. Ailemin yanına döndükten bir ay sonra yeniden yola çıkmak üzere hazırlıklarıma başladım. Yüksek Lisans için girmem gereken tüm sınavlara girmiştim. Şimdi İstanbul'a dönüp dağıttığım düzenimi yeniden toparlamalıydım. 

     Uçaktayım. Kafamda milyonlarca soru. Yaklaşık bir saat sonra İstanbul'da olacağım. Ablama geçip ardından ev bakacağım. Tuhaf bir biçimde serin kanlıyım. Henüz bir işim yok. p4c atölyelerimi büyütmeyi düşünüyorum. Annem ev tutmamı ve atölyeler için gerekli ekipmanlar almamı sağlayacak bir bütçe desteğinde bulunuyor. Dolayısıyla ilk ay endişelenmeme neden olacak maddi bir unsur yok. Kendime güveniyor ve milyonlarca soruyu akışa bırakıyorum.

     Sabiha Gökçen'de iniyorum. Valizimin gelmesini bekliyorum. Antalya'da yaşayan ablam arıyor. Kendisi Türkçe Öğretmeni.. Meslek hayatındaki bunca yıldan sonra ilk defa özel ders öğrencisi almaya başlamış. Epey de talep varmış. O sırada valizim geliyor ve uçak havalanmadan önce tanıştığım biri, bir elinde telefon ablama laf yetiştiren bana yardım etmeye başlıyor. Kaçan valizi de yakalayıp kendisine teşekkür ediyorum ve taksiye binip ablama geçiyorum. Kapıda yeğnim karşılıyor beni. İstanbul'a ilk geldiğimde ortaokuldaydı. Şimdilerde liseden yeni mezun oldu. Boyu boyumu geçiyor ve arkadaşıyla valizlerimi alıp yukarıya taşıyorlar. Yıllarca o evden o eve geçişlerimde de hep eşyalarımı taşımama yardım ettiler. Dolayısıyla hangi valizde kitap olduğunu anladığı an ondan vazgeçiyor ve arkadaşına kitaplı valiz düşüyor. Arkasından da gülüyor. Kendisi de zamanında bolca taşımıştı.

     Ev ahalisiyle selamlaşıp mutfağa, her zamanki köşeme oturuyorum. Ablam da korona sürecinde evinin tadilat işlerini halledenlerden. Etrafı bir güzel gezdirdikten sonra başlıyoruz konuşmaya. Derken sıra işe geliyor. Klasik "ee Roz n'yapıcaksın?" sorusundan sonra artık salt atölyelere odaklanmak istediğimden, söz ediyorum. Derken telefonum çalıyor. Arayan bölüm başkanımız Sabri Hoca. Sosyal Medya'da İstanbul'a seyahat ettiğime dair konum paylaşımı yapmıştım. Henüz üniversiteden yeni mezun olduğum yıl, Opus Noesis'te, Metin Hocayı asiste ederken bir p4c atölyesi sırasında Doğa Okulları'nda çalışan Gizem ile tanışmıştım. Kendisi bir Felsefe Öğretmeni olduğunu ve çalıştığı kurumda alım yapılacak olursa bana haber vereceğini söylemişti. Ardından yine Metin Hoca vasıtasıyla Doğa'nın Felsefe Bölüm Başkanı Sabri Hoca ile tanışmış ve Doğa Okulları'nda ilk görevime başlamıştım. O zamandan beri de başka bir kurumda çalışmadım. Evimi kapattıktan sonra sözleşmem de bitince işten çıkmış Yüksek Lisans'a hazırlanmak amacıyla başka bir işe de başlamamıştım. Gizem'i, göreve ilk başladığım yer olan Bahçeşehir Kampüsü'ne yönlendiriyorlar. Ancak kendisi iki kampüse daha gittiğinden Bahçeşehir ona konum itibariyle ters geliyor. Tam o gün benim paylaşımımı görünce Sabri Hoca'ya benim İstanbul'a döndüğümü, söylüyor. Sabri Hoca'da "yeniden bizimle çalışır mısın?" diye soruyor. Elbette çok mutlu oluyorum. Sabri Hoca gibi yeniliğe açık, her an kendini geliştirmeye devam eden ve öğretmene değer veren bir bölüm başkanıyla çalışmak elbette çok kıymetli. Ama kafamda atölyelere yoğunluk vermek olduğundan İstanbul'a henüz bir saat önce geldiğimi, eğer mümkünse dinlendikten sonra kendilerine en geç ertesi gün dönüş yapacağımı, söylüyorum. Sahiden çok seviniyorum. Sabri Hocayla çalışmayı elbette seviyorum, işimi de öyle; ama önce halletmem gereken bazı şeyler var. Ev bulmak gibi, olur da dil sınavından geçmiş olursam hafta içi olacak olan yüksek lisans derslerim gibi ve haftada en az bir gün yapmak istediğim p4c atölyeleri gibi.. Nitekim ertesi gün ablamla, gelmeden önce seçtiğim kiralık dairelere bakmak adına, Avrupa Yakası'na doğru ilerlerken bir benzincide duruyoruz. Ablam kahvelerimizi almaya giderken ben de tüm bu kafamı karıştıran şeyleri Sabri Hoca'yla paylaşıyorum. Bahçeşehir'deki ders sayısının haftada iki güne tekabül edeceğini, olur da yüksek lisansa başlarsam ders programımın ona göre ayarlanabileceğini, ev arama sürecim için de derslere bir hafta geç başlayabileceğimi, kendisinin bu yıl ilkokullarla pilot p4c atölyeleri yapacağını, önümüzdeki yıllarda tüm Doğalarda "Çocuklarla Felsefe" atölyelerinin olabileceğini, böylece ders saatlerimizin de artabileceğini, söylüyor. Ben de Studio'da yaptığım atölyelerden ve bir sayfa açıp atölyelere daha çok ağırlık vermek istediğimden, söz ediyorum. Ardından Bahçeşehir'i kabul ediyor ve müdürümüzü arıyorum. "Hocam bu hafta başlayın. Olur da ev işiniz tam çalıştığınız güne denk gelirse size izin vermiş oluruz. Hem ilk hafta yeni öğrencilerimizle tanışmış olursunuz hem de ders saatleriniz boşa gitmemiş olur." diyor. Böylelikle bir iki gün sonra başlayacak olan işimi kabul etmiş oluyorum.

     Ablamla eve dönüş yolundayız. Kasımpaşa'daki bir komşum aracılığıyla kiralık bir daireye bakmaya gelmiştik. Ama içimize sinmedi. Şimdi son beş-altı yıldır yaşadığım Tepe Başı Caddesi'inden geçerken dönüp dağıttığım düzene bakıyorum. Her zaman uğradığım pastaneye uğrayıp dönüş yolunda atıştırmak üzere tatlı bir şeyler alıyorum. "İnsan ara sıra evini yakmalı ve çıkıp seyretmeli" diyen Şule Gürbüz gibi seyrediyorum yaktığım evimi. 

     Arabadayız. Cam açık. Radyoda Göksel "her şeye rağmen yaşamak güzel İstanbul'da. Yarabbi Şükür, Şükür" diyor. Boğazdan her geçişimde kalbim atıyor. Ablam da yirmi küsür yıldır İstanbul'da yaşıyor. Onun da kalbi atıyormuş. Kalbimiz ata ata geçiyoruz boğazdan şükür.

     Metin Hoca'yla konuşuyorum. İstiklal'de apartı olan bir arkadaşından bahsediyor. İçime sinen bir yer bulana kadar belki orada idare edebileceğimi, söylüyor. Ertesi gün küçük bir valiz alıp düşüyorum yola. Asıl şimdi kucaklaşıyorum İstanbul'la. Bilinmezliğin içinde adım atarken sarmalıyor bu şehir en çok beni. Metin Hoca'nın bahsettiği apart Kumbaracı Yokuşu'nda. İniyorum yokuştan elimde valizle. Apart denilen yer aslında paylaşımlı daire. Nitekim bir apartmanın son katına çıkıyorum. Dört odası olan bir daire burası. Dairenin sahibi ve Metin Hoca'nın tanıdığı olan kişi, başlıyor düzeni anlatmaya. Ama ta başta içeri adım atarken anlıyorum ben orada yaşamayacağımı. Bunca yılın sonunda artık hislerime de aklım kadar kıymet vermeyi öğrendim çok şükür. Evdeki tek kadın ben olacağım ve uyumak için tutacağım, içinde sadece kanepe olan odanın küçük mü küçük balkonunu, çamaşır sermek için kullanabilecekler. Hayatın bazı dönemleri olur ve o dönemlerde amacına hizmet ettiklerinden bazı koşulları çok irdelemeden kabul edersin; ama başka bir yeri tutup yaşayabilecekken ve bunun için zamanım varken neden böyle bir deneyim yaşatayım kendime? Her neyse gerildiğim zaman yapılacak en güzel iki faaliyet yemek yemek ya da uyumak. Ben de Antakya Dürüm Evi'ne gidiyor bir güzel karnımı doyuruyorum. Ardından Bahçeşehir Üniversitesi Müzikal Tiyatro Akademisi'nin koordinatörlerinden Adnan Hoca ile görüşüyorum. Bahçeşehir Üniversitesi, Konservatuar açtı ve bizim ilk yıl eğitim gördüğümüz BAU İDEA Kampüsü de Konservatuar'a taşınmış. Konservatuar'ın olduğu bina eski Haliç Üniversitesi. Ben de Pera Sanat'ın yakınlarındaki EspressoLab'da oturmuş sosyal medyadan bulduğum odaları inceliyorum. Dolayısıyla Adnan Hoca'yla görüştükten sonra "yakınlardaysan gel, Konservatuar'dayız" der demez kalkıyorum. Valizimi Antakya Dürüm Evi'ne bırakmıştım. Az biraz şu ev arama işinden uzaklaşmak iyi gelecek. Bir de bir Konservatuar'ın açılışına tanıklık etmiş olacağım. Daha ne olsun! neredeyse on-onbeş dakikaya oradayım. Adnan Hoca'yla selamlaştıktan sonra Asmalı Sahne'nin kurucusu Petek Kırboğa ile tanışıyorum. Birkaç hafta sonra oyununu izlemeye gideceğim. Adnan Hoca bize Konservatuar'ı gezdirmeye başlıyor. Tek kelimeyle Ha-ri-Ka. Birkaç haftaya burada derslerimiz başlayacak. Müzikal Tiyatro eğitimimizin ilk yıl korona nedeniyle tamamlayamadığımız Sahne, Dans, Korrepetisyon gibi uygulamalı derslerinin telafilerini Ocak ayına kadar burada tamamlayacağız. Sonrasında ikinci sınıf olacağız. Müzikal dersleri çoğunlukla hafta sonu olduğundan-ola ki hafta içi oldu, o zaman da akşam saatlerinde olduğundan- rutinimde bir aksaklığa neden olmayacak. Aksine ruhumu parıldatacak. Harika!

     Adnan Hoca'yla biraz sohbet ettikten sonra en azından okulun ilk iki gününü atlatana kadar kendisinde kalabileceğimi, kendisinin de Konservatuar'ın açılış süreci dolayısıyla çok yoğun olduğundan evde çok durmadığını söylemesiyle bu teklife balıklama atlıyorum. Aksi halde bir otelde kalacağım. Böylece ablama git-gel yapmak yerine ev işine de odaklanabilirim. Adnan Hoca'yla Asmalı'da oturuyor Müzikal üzerine sohbet ediyoruz. Şan Hocam olan Lynn Hoca'nın bu yıl bizimle devam edemeyeceğini, söylüyor. Çok ama çok üzülüyorum. Çünkü müzikale başlamamın temel nedenlerinden biri; hem zaten hayatımda kendimi bildim bileli bir tutku mahiyetinde yer alan dans ve tiyatronun iç içeliği hem de sesimi geliştirmek adına alacağım Şan Eğitimi'ydi. Lynn Hoca sahiden harikulade bir insan. Gerçek bir eğitmen. Nasıl üzülüyorum anlatamam. Bilgi sahibi çok insan var; ama işinin ehli bilge insana denk gelmek çok kıymetli. Dolayısıyla az sayıda oluyor bu kimseler. Dans eğitmenimiz danstan soğutmuştu mesela beni. Bilgisiz miydi? Asla! Ama eğitmen olabilecek bilgeliğe sahip olmadığını düşünüyorum. Bir eğitmen öğrencinin içindeki potansiyelin açığa çıkmasına fırsat vermelidir. Sürekli emirler veren, gergin, sabırsız insanlara eğitmen gözüyle bakamıyorum malesef. Eğitimini Viyana'da tamamlamış olsa da kendine yakınlaşamamış kimse ötekine yakınlaşamıyor işte. Bu nedenle dans hocamızın değişiyor olması beni çok ama çok mutlu etti. Her ne kadar Lynn Hoca'nın bizimle olmayacak olmasına hala içerliyor olsam da..

     Adnan Hoca'nın evi Cihangir Meydan'daydı. Evde de şiirlerden, şarkılardan ve müzikallerden söz ettikten sonra bana ayrılan odaya geçip ertesi gün okulla yapacağım sözleşme için erkenden uyanmam gerektiğini hatırlayıp uyumaya çalıştım. Bir güzel uyumuşum. Sabah, Adnan Hoca'da Konservatuar'a geçeceğinden, erkenden uyanmış benimle birlikte evden çıktı. Müdür'den gelen whatsapp mesajına göre bir saat daha vaktim vardı. Adnan Hocayla Cihangir'deki pastanede oturup bir güzel kahvaltımızı ettik ve akşam görüşmek üzere yedek anahtarı alıp Şişhane'ye doğru yürümeye başladım. 

     Müdürümüz Süleyman Hoca'yı, Doğa Okulları, İTÜ Vakfı'na geçmeden önce birlikte çalıştığımızdan tanıyordum. Tam o süreçte bir önceki müdürümüz işi bıraktığından Süleymen Hoca, Bahçeşehir'e yeni gelmişti. Ardından korona patlak verince Mart ayındaki bir haftalık tatilde ben soluğu ailemin yanında aldım. Ola ki bir çözüm bulunamadı en azından ailemle olurdum. Bulunursa da dönerdim. Nitekim o bir haftalık tatilin sonunda çözüm bulunamadı, dersler online'a döndü ve şehirler arası yolculuklar yasaklandığından ben de ailemin yanında kaldım. Ne de güzel oldu. Bolca özlem giderip dinlenme fırsatım oldu. Bir yandan da derslerimi vermeye devam ettim. Sonra dönem bitti ve bir sonraki dönem ben izne ayrılan bir hocanın yerine Haliç Kampüs'te çalışmaya başladım. Sonrası da işte yeniden Bahçeşehir. Dolayısıyla zaten bildiğim bir kurum ve tanıdığım bir müdür olduğundan sözleşmemizi hemen yapıverdik. Ardından ev için görüşmeler yapmaya, anlaştığım yerlere bakmaya başladım. Akşam yine Cihangir'de, Adnan Hoca'yla oturmuş "ne izlesek acaba?" diye düşünürken buldum kendimi. Bir film açtık ve yarım yamalak izleyip sohbete devam ettik. Ertesi gün öğrencilerimle tanışacaktım. Dolayısıyla yine çok geç olmadan kendimi odaya attım. Ertesi gün:


     İlk gün hep aynı heyecan olur. Bir sürü genç tanıyacağım. Aralarında zaten tanımış olduklarım da var. Şimdi 12. sınıf olmuşlar. Dersine girmediğim ama beni tanıyan 11. sınıflar var bir de. Sanırım hazırlık ya da 9. sınıfltalarken 10, 11 ve 12'ler için düzenlediğim İllüzyon Müzesi etkinliğine gelmişlerdi. Bilgi Felsefesi'nde "Duyuların Göreceliği" problemi özelinde ve öğrencilerle birlikte bir deneyim yaşamak adına müze fikrini ortaya atmıştım. Süleyman Hoca'da "hocam diğer sınıflara da duyuralım. Gelmek isteyenler gelsin." demişti. Böylelikle aslında öğrencilerin birçoğu beni biliyor olduğundan ilk gün düşündüğümden de eğlenceli geçti. Korona'dan hemen önce yaptığımız İllüzyon Müzesi Gezisi'nden:


                          
     


     Dönüş yolunda mezuniyetten sonra Ravouna adlı tarihi butik otelde, birlikte dört ay kadar çalıştığım resepsiyonistlik yapan bir arkadaşımı aradım. İstanbul'a geldiğim ilk yıl tanışmıştım Akif'le. Dolayısıyla o zamandan bu zamana ailemden beni ziyarete gelenler olduğunda bir şekilde Akif'le de tanışıyorlardı. Kendisi Uluslar Arası İlişkiler mezunuydu. Ablama, yeğenime İstanbul'un tarihi yerlerini-gerçi adım başı tarih bu şehir ☺- gezdirirken bize rehberlik etmişliği boldur. Durumumu anlattım. Adnan Hoca'ya "en fazla iki gün kalırım" demiştim. Okulun ilk haftasını atlatmış bulunduğumdan ablama dönebilir ya da bir iki gün daha rahat rahat ev bakmak için otelde kalabilirdim. Akif bir otelde çalışıyordu. Dolayısıyla güvenilir ve uygun bir otel bulmamda bana yardımcı olabilirdi. Akşam 9 gibi işten çıkacağını o saatte buluşup konuşabileceğimizi, konaklama işini çözebileceğimizi söyledi. Ben de bütün bu yorgunluğu atmak adına Cihangir'de bir cafeye oturdum ve filtre kahvemi ısmarlayıp telefondan ev arayışıma devam ettim.  Aşağıdaki görsel twitterda karşıma çıktı. Ravouna'nın giriş kısmı. Sahiden burada çalışmayı seçmemin bir diğer nedeni-maddi getirisinden sonra- bu harikulade tarihi dokusuydu:



Hatta bir akşam, Felsefe Bölümü'nden arkadaşım olan Mehmet'in paylaştığı, İlber Ortaylı'nın bir youtube videosunu izlerken uyuyakalmış ertesi sabah tam burada Sevim Ablayla açılışı yaparken bu kapıdan içeri İlber Ortaylı girmişti. Sahiden uyanamadığımı düşündüm bir an. Ardından İlber Hocayı ve arkadaşını fotoğrafın tam sağ alt kısmındaki masaya aldım. Kek ve kahvelerini servis ettikten sonra da kimse onları rahatsız etmesin diye yakın masalara kimseyi yönlendirmedim. Sevim ablaya o kişinin İlber Ortaylı olduğunu ve ondan hesap almamamızın hoş olacağını söyledim. O da kabul etti. İlber Ortaylı ve arkadaşı da, ikramımıza tip kutumuzu selamlayarak karşılık verdiler. Yazarken bile gülümsüyorum. Çok tatlış bir anı bu ☺ Aşağıdaki fotoğraf ise akşamları iş sakinleyince bar kısmına geçip kahve yapan ben ve mesai saati yeni başlayan Akif:



Ardından Adnan Hoca'yla görüşüp akşam çıkacağımı, söyledim. O gün işinin epey uzayacağını, beni yolcu edemeyeceğini, anahtarın mühim olmadığını daha sonra buluşup kahvemizi içerken teslim alabileceğini, söyledi. Her ne kadar bildiğim ve çalıştığım bir kurum olsa da işe başladığım ilk günlerimde beni misafir ettiği için kendisine teşekkürlerimi ilettim. Ardından eve geçip eşyalarımı topladım. Ve iş yerindeyken beni arayan lise tiyatro kursundan arkadaşım Burak'la uzun bir sohbete daldım. Numaramı yeğenimden almış. Yıllar içinde birbirimize ulaşmaya çalışmış ama bir şekilde ulaşamamıştık. Amcası ablamla aynı hastanede çalışıyordu ama Burak'ın numarası diye verdiği numara kullanılmıyordu. Ben İnstagram'ı yakın zamanda kullanmaya başladığımdan o da beni bulamamıştı falan. Şimdilerde aşçılık yapıyordu ve yakın zamanda yurt dışında çalışmaya başlayacaktı. Hayatımızın en güzel zamanlarını, birlikte tiyatro yaptığımız yılları konuşurken saat 21.00'a geldi ve ben Akif'le buluşmak üzere evden çıktım. 


Eylül 2021'e kadar kalp ve zihin süzgecimde kalanları paylaştım. 

Hoş geldin Mayıs ❤


Ek1: İllüzyon Müzesi'nden, her köşesinde kendimizle karşılaştığımız bir masa:



Ek2: Göksel, Yarabbi Şükür: bağlantısı burada



Kaynakça

Kambur, Şule Gürbüz, İletişim Yayınları, İlk Baskı Yılı:2000.


Tahta Kalem


Telif Hakkı©2021-2022 Tahta Kalem. Tüm Hakları Saklıdır. Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak, ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://tahtakalem01.blogspot.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.

Copyright © 2021-2022 by Tahta Kalem. All Rights Reserved. Permission is given to copy and distribute this material, provided the content is copied in its entirety and unaltered, is distributed freely, and this copyright notice and links are included. https://tahtakalem01.blogspot.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanların Ağaçlar Gibi Kökleri Olmadığından Ordan Oraya Savrulup Dururlar

            Apartmandan çıkar çıkmaz kapıda Cihangir Meydan'ın köpekleri karşılıyor beni. İnsan sürekli bir yerden bir yere gidince ve k...